24 Mart 2014 Pazartesi

Hırdavat Sektöründeki Zorluklar


Türkiye ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, hırdavat sektörünün bayilik yapısında son 15 yıl içinde önemli değişikliklerin olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Hırdavat sektöründe değişikliklerin neler olduğunu, neye bağlı olarak bu değişikliklerin gerçekleştiğini, söz konusu sektörde bayilik yapısının bu değişime nasıl tepki verdiğini ve aynı zamanda hırdavat bayiliğinin nereye doğru gittiğini yazımda aktarmaya çalışacağım.

Son 15 yılda Türkiye ekonomisindeki değişikliklerin detaylarına bu yazımda girmeyeceğim. Yazıma ekonomideki bu değişikliğin hırdavat sektörünü ve bayilik yapısını nasıl etkilediğini açıklamakla başlamak istiyorum.

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre Türkiye’de ortalama yıllık enflasyon, 1999 yılında %70 seviyelerinde iken 2003 yılında %25’e, 2005’de tek haneli rakamlara düşmüştür. Son olarak Şubat 2014 12 aylık ortalamalara göre değişim %7,6’ya kadar gerilemiştir.

1971 senesinden beri çift haneli enflasyon ortamında çalışmaya alışmış hırdavat sektöründeki bayilerin, bu dönemde stoktaki ürünlerin değer kazanması nedeniyle stok yapması mantıklı olmuştur. Ancak 2005 yılından itibaren enflasyon rakamlarının tek haneye düşmesiyle birlikte stoktaki ürünler artık değer kazanmamaktadır ve stok yapmak ölü sermaye olarak adlandırılmaktadır. Bu yüzden bayiler bu dönemde stoktaki ürünleri düşürmeye mecbur kalmışlardır. Fakat burada da iki engel karşımıza çıkmaktadır. Engellerden ilki, bayilerin stok yapmadaki eski alışkanlıkları; ikincisi piyasaya yeni ürünlerin ve yeni markaların sunulmasıyla piyasada ürün çeşitliliğinin artmasıdır.

Mesela, daha önce stokunda bir üründen 50 model bulunduran hırdavat sektöründen bir bayinin, bugün aynı ürünün 200 modelini bulundurması gerekmektedir. Ürün çeşitliliğinin artmasıyla birlikte bayinin bugün stokunda bulundurması gereken model sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu durumda bayi, stokları çok düşürdüğünde, gelen müşterisinin istediği ürününün stokta bulunmaması durumunda satış yapamamaktadır. Böylelikle bayinin piyasada rekabetçi olması zorlaşmaktadır. Diğer bir yandan bayinin stokta geniş bir ürün yelpazesini barındırması stoklarının yüksek kalmasına neden olmaktadır.

Bütün bu nedenlerden dolayı bayiler, “stok yönetimi” diye bir kavram ile tanışmaya mecbur kalmışlardır. Bayilerin, stoklarını ne kadar ve nasıl düşüreceklerini, aynı zamanda piyasa içinde rekabet edebilmeleri için hangi ürünleri stoklarında bulundurmaları gerektiğini bulabilmek için çok iyi bir “stok yönetim” sistematiğine ihtiyaç vardır.

Stok yönetiminin, bilgisayara yüklenmiş bir raporlama yazılım sistemi ile ve bu sistemin başına oturtulmuş bir eleman tarafından çözülemeyecek kadar ciddi bir konu olduğunu söylemeliyim. Stok yönetiminin nasıl yapıldığını ve stok yönetimini tasarlarken nelere dikkat edilmesi gerektiğini başka bir yazımda ele alacağım. Ancak her bir işletmenin yapısı, işlevi, kültürü ve çalışma ortamı farklı olduğundan stok yönetim süreçlerini tasarlarken mutlaka bir iş yönetim danışmanına başvurulmasını öneririm.

Türkiye yapı sektörü, hem yurt dışında hem de Türkiye’de dalgalanmalı olsa da sürekli büyüme göstermiştir. Yapı sektörünün büyümesi hırdavat sektörünün de büyümesine neden olmuştur. Pazarın büyümesiyle birlikte hırdavat sektöründeki bayi, toptancı ve yapı-market sayısı da artmıştır. Ancak oyuncu sayısındaki bu artış yani arzın artışı talep artışından daha hızlı olmuştur. Bazen bir cadde üzerinde aynı ürünleri satan onlarca bayi olduğunu görürsünüz. Örneğin, İstanbul Perşembe Pazarı, Ankara Ostim, İzmir Gıda Çarşısı gibi bölgelerde hırdavat bayileri ve toptancıları kümelenmiştir. Ürün ve daha önemlisi hizmet açısından birbirlerinden hiçbir farkı olmayan onlarca bayi sürekli birbirleriyle rekabet içinde olmuşlardır. Ürün ve hizmette farklılık yaratamadıkları için tek çareyi fiyatları düşürmekte bulmuşlardır. Ancak bayiler arası en düşük fiyat yarışı, tedarikçiler tarafından desteklenmediğinden bayiler ve toptancılar kendi kar paylarını feda etmeye mecbur kalmışlardır.

Bayilerin ellerinde, kendi ithal ve imal ettikleri ürünlerin yanında ithalatçı ve imalatçılardan satın aldıkları ürünler bulunmaktadır. Son 15 yıl içinde, kendi ithal ettikleri ürünler hariç, bayi ve toptancı kar payları ortalama %15 iken bugün bu kar payları %10’in altına inmiştir. Kar paylarının düşmesi, bayi ve toptancıların giderlerini karşılamasını zorlaştırmaktadır. Kar paylarını artırmak için birçok farklı yol denenmiştir. 

Bu yollardan biri toptancıların, kar payı halen daha yüksek olan ithalata yönelmeleridir. Türkiye’de ithalatçılar hem markasız ürünleri hem de kendi firmalarının adı altında yurt dışında ürettikleri kalitesiz ve ucuz ürünleri yurt içi pazarına sürmektedirler. Bu söz konusu ürünlerin ithalatında rekabetin artmasıyla fiyatların erozyona uğraması da kaçınılmaz olacaktır. Bunun uzun vadeli tek çözüm olmadığı gibi piyasaya zarar verdiğini de düşünüyorum.

Bayilerin kar paylarını artırmak için uyguladıkları diğer farklı bir çözüm ise rekabetten uzaklaşmak için kümelenmiş bölgelerden ayrılmak olmuştur. Ama bu uygulamanın da çok büyük riskleri vardır. Rekabetten uzak olmak demek müşterilerin yoğun olduğu bölgelerden de uzak olmak demektir. Rekabetten uzak bölgeler ciroların düşmesine neden olabilir.

Bayiler, bir diğer çözüm olarak, hiçbir şey yapmadan yani hizmette hiçbir farklılık yaratmadan fiyatları artırmanın yolunu denemişlerdir. Bunun sonucunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Sondan bir önceki adım iflas erteleme talebi açmak olmuştur.
Bu kısır döngüden çıkmanın elbette yolları vardır. Başka bir yazımda bu konuya daha geniş yer vereceğim. Ancak yine burada da her bir işletmenin yapısı, işlevi, kültürü ve çalışma ortamı farklı olduğundan mutlaka bir iş yönetim danışmanına başvurulmasını öneririm.

Türkiye’de 1999 yılından itibaren hırdavat sektöründeki ithalatçılar ve ithal ürünlerinin menşeleri, Avrupa, ABD ve Japonya ile sınırlıydı. Ancak bugün birçok toptancı, bayi ve yapı-market kendi markalarının adını kullanıp yurt dışında üretim yaptırarak Uzak Doğu’dan özellikle Çin’den ürün getirtmektedir. Hırdavat piyasası 10-15 yıl öncesine kadar ağırlıklı olarak uluslararası büyük markaların ve onların ithalatçıların hâkimiyetindeyken bugün birçok markasız veya “privatlabel” olarak adlandırılan ithalatçıların kendi markaları altında özellikle Uzak Doğu’da yaptırıp ve ithal ettikleri ürünler yer almaktadır. En düşük fiyat ve kalite seviyesinden en üst fiyat ve kalite seviyesine kadar uzanan bir ürün yelpazesi sunuluyor artık kullanıcılara.

Bayiler ve toptancılar, müşterilerine ancak tüm ürünlerin farklı fiyat ve kalite seviyelerini sunarak rekabet edebileceklerine inanıyorlar. Belirli bir ürün veya müşteri grubuna odaklanmak yerine tüm kategorilerde var olmaya çalışıyorlar. Belirli bir kullanıcı ve ürün grubuna odaklanmak yerine tüm kullanıcılara hitap etme çabaları hiçbir konuda uzmanlaşamamalarına neden olmaktadır. Bayilerin belirli bir müşteri ve ürün grubunda uzmanlaşamaması hizmetin çok yüzeysel kalmasına yol açmaktadır. Bilgi aktarımında, sorun çözmede, müşterinin ihtiyaçlarını belirlemede ve buna benzer hizmet çalışmaları düşük seviyede kalabilmektedir. Özellikle üst fiyat seviyesindeki ve markalı ürünlerin müşterilere olan faydaları çok yüzeysel bir şekilde aktarıldığından müşterilerin satın alma kararları fiyata endeksli kalmaktadır. Müşterinin satın alma kararı artık en iyi kaliteyi sunana değil en iyi fiyatı sunana doğru kaymaktadır. Bu gelişme, bayileri ve toptancıları daha kaliteli ürün ve hizmeti sunmak yerine daha uygun fiyat politikasına itmektedir. Sonuç olarak kar payları, sadece arzın fazla olmasından kaynaklanan rekabetçi ortamdan ve buna bağlı fiyat değişiminden değil, aynı zamanda ürün yelpazesinin de zaman içinde daha düşük fiyatlı ürünlere kaymasından dolayı da erozyona uğramıştır.

Düşük fiyatlı ürünler ilk görüşte satışı rahat olduğu için cazip gelebilmektedir ancak unutulmaması gereken birkaç önemli husus var; düşük fiyatlı ürün, ürün başına daha az ciro demektir. Kar payı, oran olarak ne kadar yüksek görünse de değer olarak yine de düşük kalacaktır. Sabit giderler ayın sonunda yüzde kar payları ile değil parasal değerinde kar payları ile karşılanır. 
Diğer önemli bir husus markalı ve kaliteli ürünleri satın almayı tercih eden müşteri grubu, bu kalite için de para harcamaya hazır olan müşteri grubudur. Bayilerin markalı ürünler yerine markasız ürünlere yoğunlaşması bu müşteri grubunu kaybetmelerine yol açacaktır.

Özellikle başka birçok toptancıda bulabilecekleri aynı düşük kalitede ürünleri ithal etmek çok riskli bir yöntemdir. İthalata yönelmek yanlış değil ancak burada önemli olan neyin ithalatının yapılması ve farkındalığın nasıl yaratılacağını bulmaktır. Farkındalık sadece satışa sunulan ürün ile yaratılmaz. Farkındalık birçok alanda yaratılır. Farkındalık nasıl yaratılır konusunu farklı bir yazımda ele alacağım. İthal ürünlerin ve iş ortağın seçimini yurtdışında iş ortağı bulma ve iş yönetim danışmanlığına başvurulmasını öneriyorum.

Piyasa araştırması, piyasa gidişatının belirlenmesi, risklerin ve fırsatların belirlenmesi, müşterilerin gerçekten nelere ihtiyaç duyduklarının belirlenmesi, iş geliştirme öncesi yapılması gereken en önemli hazırlıklardır. İş yönetimi danışmanlığı, satış, strateji ve pazarlama yönetim danışmanlığı bu konuda uzmanlaşmış kadrolara sahiptirler. Seçilecek danışmanların teori bilgileri yanında uygulamadaki tecrübeleri son derece önemlidir. Özelikle hırdavat piyasasının özelliklerini anlatan akademik kitaplar yoktur. Sadece iş yönetimi ve benzeri teori bilgileri burada yetersiz olacaktır. Piyasanın içinden gelen ve piyasanın dilini konuşan danışmanlara başvurulması başarının anahtarıdır. 

Genel iş yönetiminin gözden geçirilmesi, işletmenin süreçlerinin belirlenmesi, satış ve pazarlama faaliyetleri ile ilgili stratejilerin oluşturulmasının uzman danışmanlar tarafından yapılması gelişmiş ülkelerde çok yaygın bir süreçtir. Piyasa ortamı sürekli gelişirken kendi süreçlerini iyileştirmemesi o işletmenin gerilemesine ve sonrasında yok olmasına neden olur.

Sürekli gelişen dünyada yerinde saymak sürekli gerilemek demektir.

Tuna Çağla